Bir Osmanlı Kadınının Feminizm Macerası ve Hamidiye Modernleşmesi

 55,00  44,00

Kategoriler: ,

Açıklama

 Yaşadığımız en çok Hamidiye modernleşmesine benzemektedir…

Osmanlı toplumunun modernleşmenin sancılarını yaşamakta olduğu II. Abdülhamit dönemi pek çok yanıyla günümüze benzemektedir. Osmanlı (Türkiye) toplumunun özellikle seçkin kesimi yeni bir yaşam tarzına uyum sağlamakta, köşklerde (rezidans) yaşam tarzı değişmekte, kadınlar görünmezlik ilkesi fiilen aşınmaktadır. Batı karşısında hayranlık ile kuşkulanmak kol kola gitmekte, Batı’nın büyük devletleri arasına dahil olma ve kabul görme hevesiyle, bölünmek endişesi bir arada yaşanmaktadır.

Siyasetin merkezileşmesi ve tek adam iktidarı

Abdülhamit döneminde devletin merkezi gücünün tesis edilmesi, bu yola ilk koyulan Tanzimat bürokratlarının hayal edemeyecekleri bir derecede gerçekleşmektedir. Ulaşım, haberleşme, eğitim gibi altyapı yatırımları hızla yapılmaktadır. Ancak gelişmenin siyasi boyutu Tanzimat paşalarını diktatörlükle suçlayan ve “istibdatın daha tehlikeli biçimlere bürünebileceğini fark edemeyen Yeni Osmanlılar”ın hayal ettikleri türde değildir: modern egemenliğin tesisi aynı zamanda Abdülhamit’in mutlak iktidarını da sağlamlaştıracak istikamette ilerlemektedir. (Kitaptan)

“Abdülhamit dönemi bu bakımdan, Tanzimat’ın sadece bir devamı değil aynı zamanda bir karikatürüydü de.”

Tarihsel yanılgılar çoğu kez bir tarihçi aldanmasıdır.
“Haremden kaçan bir Osmanlı Prensesi” şüphesiz oldukça çekici bir gazete manşetidir. Hele de bu kadın “Uluslararası Kadınlar Kongresi”nde bir konuşma yaptıysa, konuşmasının içeriği Almanca basılmış ve çok yakın bir tarihte de Arapçaya çevrilmişse…

Tarihçi artık bu verilerden hareketle yürüyebilir, Osmanlı’da kadın hareketini takibe başlayabilir; konuşmanın içeriğinden Osmanlı feministlerinin düşünsel dünyasının haritasını çıkarabilir.

Oysa tam da bu kalkış noktası her şey alt üst edildiği yerdir. Tarihçi aldanmış, tarihsel yanılgı başlamıştır.

Adil Baktıaya bir feministin değil bir Osmanlı kadınının, Hayriye bin Ayad’ın ve onun Osmanlı Vikingi kocası, diplomat Ali Nuri’nin yaşamlarından önemli bir kesitin izini sürüyor. Ayak izleri II. Abdülhamit dönemi modernleşmesini boylu boyunca kat ediyor ve “Araba Sevdası”nın, Çamlıca Köşklerinin ve sefasının, omnibüslerin, telgraf tellerinin, devlet yatırımlarının, yeni zenginlerin, giderek ağırlığını hissettiren bürokratik aygıtın ve diplomasinin yapılanmasının; toplumsal, ekonomik ve siyasal olanın içinden geçiyor, tam da bu yaşantıların şekillendiği ortamın içinden:

Feminizmin olduğu gibi her türden özgürlüğün vakti geldiği için her türden baskı, zulüm ve entrikanın seviyesi yükseltiliyordu. Hayriye Hanım ile Ali Nuri Bey’in “mücadelesi” özgürlük mücadelesinin ancak bir karikatürü olabilirdi çünkü karşılarına aldıkları istibdat modern devletin bir karikatürüydü, ona göre konumlanmış ve bizzat onun tarafından belirlenmişlerdi.