Açıklama
Yılmaz yeniden yaralanmıştı, eski yaraları yeni yaralarla birlikte kanıyordu, Sabahları gün doğmadan kalkıyor, sürekli yürüyor, sürekli yazıyordu, sancılarını kağıtlara sağıyordu. Canını düşünmeden verebileceği insanlarla yüzleştikçe yolları ayrılıyordu, bu ayrılıklar başka acı veriyordu. Kendisini bildi bileli yaralıydı payına en çok düşen ayrılıktı. “Bıktım usandım ayrılıklardan!” derdi. Ona göre bütün kabahat başkalarınındı öyle avunurdu. Şimdilerde aynalara kafa atmak istiyordu, insanın kendisini yargılamasının tutarlı bir yanı yoktu. Son arzun ne diye kimse sormuyordu, bu mahkemenin savcısı, hakimi, avukatı Yılmaz’ı haksız buluyordu.
Yılmaz kendi isteğiyle idam sehpalarına çıkıyor, ilmeği boynuna kendi geçiriyor, sehpaları kendi tekmeliyordu. Her sehpa tekmelendiğinde, “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!” diyordu fakat kendisinden başka kimsecikler duymuyordu. “Bu kaçıncı ölmem?” diyordu saymıyordu.
Geçimsiz olmak, kokuşmuş bu ilişkiler içinde yer bulamamak, dışlanmak… Kaçmak, kaçmak istiyordu insan ayağının değmediği yerlere. Var mıydı böyle bir liman? Demir atsaydı aklındaki şiirleri, öyküleri, romanları yazsaydı. Son arzusunu kendisi sorup kendisi cevaplasaydı ne vardı?
İncelemeler
Henüz inceleme yapılmadı.